dünyanın en güzel hislerinden biridir
aşık olmak,
daha da güzeli birlikte sevmek.
ancak bu şahane duygu,
herkese nasip olmamıştır.
olsaydı eğer aşıklar yaşatılırdı öyle değil mi?
aşkı hissetmeyen ne olduğunu bilmeyen
buna rağmen yaşayabilen insanlar var,
bu kalplerde aşk yerine kin var,öç var,hırs var,doymazlık var,var,var..........
bu üç harfli duygu için;
dünya bazen yakılıp yıkılıyor,
bazen düğün dernek!
kimi zaman ise,
yıkıntıların içinde bile yine varoluyor aşk!
ne ülkelerarası ne ailelerarası savaş
önüne geçemiyor,
sonunu da göremiyor.
kaderine razı olarak yaşıyor aşk.
kimse kimseyi ayırt etmeyi bilmez,
olduğu gibi kabullenerek yaşarken,
1.dünya savaşı birçok ülkenin kaderini
derinden değiştirirken,
küçük bir köyde küçük insanların
tepetaklak yaşamlarının içinde kaybolurken dedim ki;
ne farkı var bu günden?
aradan geçen yüzyıl bize yaşam konforu getirirken duygularımız ehlileşmediği sürece,
ne değişti dünyada?
yazar binnaz öner ilk kitabında
farklı bir türk-ermeni ilişkisi getiriyor karşımıza,
üstelik o yılların herşeyini gözümüzün önüne sererek.
ve aşk'ı,
öldüren,yaşatan,sabreden,direnen,
canlandıran aşkı.
sonra;
sonrası da geliyor!
2.kitap
zaten hüzün dolu insanlara
daha fazlası da neymiş anlatıyor.
anahit'in yüreği mi esme'de kaderi mi?
ana-evlat,evlat-sevda?
bütün bunların gerçek olduğunu bilmek,
gerçekle örülmüş roman okuduğumu bilmek,
bir de onca acı çekilmesine rağmen
naifçe yazılmış bu kitapların yazarını
günlük hayatın içinde azıcık tanımış olmak ayrıcalığı ile yorumladım.
ben bu kitaplardan;
hala 100 yıl öncesi gibi kadına bakışımız,
hala 100 yıl öncesi gibi namus anlayışımız,
hala 100 yıl öncesi gibi sevdaya düşüşümüz,
hala 100 yıl öncesi gibi dost olabilenlerimiz,
hala 100 yıl öncesi gibi hasret çekenlerimiz,
hala 100 yıl önceki güç anlayışımız,
hala 100 yıl öncesi gibi korkularımız,
olduğunu öğrendim.
sevgiyle kalın lütfen
:)